26 Ocak 2010 Salı

I just called to say I love you




Koku, ses, melodi... Bazen duyular alıp götürüyor zamanın içine beni. Çok seviyorum bu serüvenleri özünde. Hatırlamaya çalışıp da saatlerce karnıma ağrılar girerek kıvrandığım, telefon rehberinde alakalı alakasız kim varsa ipuçları vererek yardım kıvrınmalarım sonucunda hiç bir çözüm bulamadığım bir türlü hatırlayamadığım bir anı, bir film, bir müzik; bazen bir kokuyla ya da bir sesle aklıma çalınıyor birden. O ruh halini, iç gıcıklanmasını çok seviyorum.

Hafta sonu evinde, yatağında uyanmak üzereyken, bi anda sokakta oynayan bir çocuğun seslenmelerinin, uyur uyanık zihninde, çocukluğunda arkadaşlarının seni kapı önünden çağırarak oyun oynamaya çağırışını hatırlatması gibi tatlı bir ruh hali... Bilmem tanıdık mıdır size ama ben bu hisse çok aşinayım ve ne kadar sık yaşarsam hayat bana o kadar güzel geliyor aslında. Bazen yolda yürürken bir parfüm kokusu eski sevgilinizi hatırlatır mesela, kızdırır, belki sevindirir, güzel anılar getirir akla ya da apartman merdivenlerinden, yoğun iş sonrası eve doğru bezmiş şekilde çıkarken ( ya da inerken, kimileri iner ) bir yemek kokusu ( mesela pastırmalı kurufasülye, oy oyy ya da kızartma, çocukluğumda annemin 5 çayı civarları şakşuka benzeri patates yanında sanki kızartınca yararı kalıyormuş gibi renk olsun tat olsun diye eklenen, çok da iyi yapılan kabak, patlıcan, biber(en güzeli bence, acı değilse)eşliğinde bütün eve yayılan kızartma kokusu, kimisi sevmez kızartma kokusunu ya, bana bir sürü anı çağrıştırır, severim)... O koku bir anda ananeyi, anneyi, bir olayı ya da bir yeri çağrıştırır insana. İnsan olmak bu yüzden güzel işte. Beynime bilmediğim bir sürü şifre yerleştirilmiş ve ben bunları zaman zaman hiç beklenmedik anlarda keşfetmeye bayılıyorum.

Bi de ben yalnızlığa alışıyorum be mutluluk... seni bıakmıyorum ama kendimi de buluyorum, iyi de oluyo, fena da olmuyo aslına bakarsan...

2 kelam edelim dedik abarttık, işler beni bekler. Ne mutlu bana, bugün zaman ayırabildim işlerden kafamı kaldırıp.

Ne zamanki bir koku, bir ses bana yeni bir şey hatırlatacak, uyuşmaya başlayan algılarım kendine gelip yeni baştan başlayacak yaşamaya...

Tetikteyim...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Yadigar Kutusu

Evet evet, uzun zaman önce atmalıydım bu başlığı aslında ama bugüne nasip oldu işte...Hayatımda izlediğim en kötü ama bir o kadar eğlenceli filmlerden biriydi Deadley Pledge - Ölümcül söz.

Herkes türkçe dublajlı olarak izlemeli bu filmi. Şiddetle tavsiye ederim! Konunun saçmalığının yanı sıra, "gerçek mi, cesaret mi" ya da "doğruluk mu, cesaret mi?" olarak yaygınca bilinen ergen oyunun ( itiraf edebilirim sanırım, halen alkol yanında iyi gittiği kanısındayım - bazen ) "doğruluk mu, cür'et mi?" şeklinde çevrilmiş olması, çevirmenin arapça ve farsçaya olan bitmez tükenmez sevgisi filmi o kadar eğlenceli hale getirdi ki.

Bir minik kutucuğu ( böyle içine incik boncuk konanlardan) eline alan oyuncu kızlardan birinin " aman tanrım, yadigar kutusuu... " repliği beni benden alarak seni sana bırakmamış ve bütün gece her kelimede, her bakışta ( zira hepsi birbirinden komikti ), hatta abartıp film arasında reklamlarda bile, ev ahalisi olarak her karede gevşek gevşek gülmemize sebep olmuştur... güzel geceydi doğrusu, her gece yapmalı bunu, devlet propagandası olabileceğini düşünüyorum. Yoksa bu kadar abuk olay, bu kadar mantıksız yaşam şartları içinde başka nasıl isyan etmez ki insan dediğin?

İstanbul bembeyazdı bütün hafta sonu, halen yağıyor.

Ben de karı sevenlerdenim!

20 Ocak 2010 Çarşamba

Kaybettiklerimiz ve hala kaybettiğimizi farkedemediklerimiz...

Bugün 20 Ocak... Normal bir gün ama insana kaybettiklerini de hatırlatıyor aslında... Bir gün öncesi ve bir gün sonrasında hayatın ne kadar değişebileceğini de...

Özünde güzel hayatlar, güzel kelimeler barındıran ve gerçekten barışçıl insanlar olan "anlayamadıklarımız"a bu dünyayı zindan etmek, üstüne bu dünyayı yeterince zindan edemediklerimizi toptan göndermek toplumumuza bahşedilmiş yegane ve biricik ve de pek değerli bir özelliktir. Bizler diyerek kendimi topluma içerlemeyeceğim, alakasız olanları da "o" toplumdan dışarılayacağım, onlar demek en doğrusu sanırım, benim için "diğer"leri... İşte onlar, bu dünya için, hatta aslında ufukları o kadar geniş değildir onların, bu ülke için, yok yok yine abartıyorum onların çerçevelerini, onlar kendi zihinlerinin alabildiği aile, mahalle, akraba çevreleri ve yalnızca kendilerine yarar sağlayan ideolojileri için ( tartışılır! kendilerine de yarar sağlamaz ya, onlar inanmak için doğmuş takipçilerdir. Onların da sahip olduğu tek gerçek şey inanç aslında, küçümsenemeyecek kadar körü körüne ve sadık bir inanç), bu toplumu şekillendirmeye ve düzensizlikleri yok etmeye çalışan halk kahramanlarıdırlar. Onlar ki bir istediler mi hayat veremezler ama, alırlar. Sonra şakşakçıları onları omuzlarında taşır, birileri ağlar, birileri gülerken güzel ülkem artık yaşanacak bir yer haline gelmiştir!

Ne değişir gerçekten mutluluk verebilecek olan, sevmek ve empati kurmak, farklı olanı anlamak ve kabul edebilmek meziyetleri , kimi vicdansızlarca gerçekten kastederek halk "kahramanları" olarak addedilebilen bu şahısların bünyelerine dışardan aşılanabilse? O zaman dünya daha yaşanabilir bir yer olabilir miydi? yoksa vicdan sonradan aşılanabilemeyen bir cevher mi? Empati kurabilm, farklıyı anlama ve istemese de kabul edebilme kabiliyeti, bisiklete binmek gibi ya da matematik, coğrafya gibi, bu insanları ( öncelikle başındakiler olmak üzere) bir sınıfa kapatarak öğretilemez mi?

Hayallerime de kota yok ya! Düzen böyleyken katil mi, şakşakçı mı, emri veren mi, yoksa toplum mu kazandı? Ne oluyo ki insanlara. Ben insan değilim!

16 Ocak 2010 Cumartesi

Taba Tumba Tamba Tumbaa



Hayatta istediğim şeyler ne kadar da zor geçiyor elime. Ya bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama, sanki hayat hep başkalarına güzel de bi benim istediklerim hep çaba gerektiriyor gibi geliyor. Ama oluyorlar da sonunda, haksızlık etmemek lazım.

Yemek yemeyi bu kadar sevmesem keşke! Spormuş diyetmiş ne zor işler. Ama sigarayı bırakmak baya çaba gerektiriyor. Alınan kilolara eyvallah deyip benimsemekten gayrı bir şey gelmez elimden. Ne yapalım, bunun da elbet katlanılacak bir sonucu olacak :)

Mutluluk yine uyuyordur, belki şöyle bir uyku arasından, uyur uyanık gözlerini açıp da, beni geçirmiştir aklından? Yarın mutluluk özgür olacak, yalnızca akşam 4 buçuk 5e kadar... Ama olsun, her zaman ufak da olsa, minicik de olsa bir umut, bir parça mutluluk, hiç olmamasından iyidir.

Bardaklar hiç boşalmasın, dolsun taşsın hep... Hayatım hiç sensiz kalmasa, hep bir köşede senin parçaların, kırıntıların kalsa da hiç gitmesen içimden.

Disko, Disko...

Oh Oh disko disko...

15 Ocak 2010 Cuma

Kırmızı Şarap ve Umut


Yorgun hafta sonu, hala bitmeyen işler ve sonunda sakin bir nefes alma fırsatı ve Kırmızı Şarap...

Mutluluk yine bugün erken yatacak, özgürlüğünü eline aldığında hiç erken yatmak istemez aslında...

Herkesin farklıyı görüp benimseyebildiği, kendine benzemeyeni anlamasa da takdir etmeyi öğrenebildiği bir dünyada yaşamayı istiyorum. Her gün biraz daha hasretle, hiç olmayan o yeri özlüyorum. Kafamın içinde bir yerlerde bile olsa, nadiren yaşayabildiğim o anlarda, orayı çok seviyorum. Olric değil mi :) Yaşasın, Şerefe!

En kötü günümüz bundan kat kat iyi olsun, sevmeyi seven insanlar hep yakınımda olsunlar. Fiziken uzak olsunlar ama kafamdan hiç çıkmasınlar. Ben de kafalardan çıkmayayım. Hep bir yerlerde kalayım, demir atayım sevmeyi sevenlerin hayatlarına. Bir gün o en güzel günde, mis gibi esintinin, ılık güneşin altında, memleket nefesini içime çekeyim. Ama memleket ait olduğum yer olsun, mutlu olduğum yer olsun. Kırmasınlar bizi. Yetsin ki hep zaman da, mekan da bize yetsin.

Ama yetmesin. Hep daha iyiye olan özlem hiç bitmesin. Umut etmenin tadı, hayal kurmanın tatlı kıpırtısı hiç gitmesin içimden.

Eski bir eve toplasam hepinizi, tahta koksa, yaşanmış eşyalarda başkalarının anılarının üzerine yeni hayatlarımızı sürsek, sesler duvarlara kazınsa da en mutlu zamanlarımızın ne kadar da bitmediğini, ne kadar da sürdüğünü görüp şaşırsak. Her gün ne kadar daha güzel şeyler yaşayabildiğimizi aklımız hayalimiz almasa. Doyumsuz olsak mutluluğa, umuda, hasrete... Hiç ümitsizlik olmasa da bardaklar dolup taşsa sevinçten...

Ne de güzelmiş, içim ışıldadı, düşünmesi bile mutlu etmişken, yaşamanın vereceği sevinci kafam almıyor doğrusu.

Hala güzel zamanlar bunlar, her şeye rağmen güzel, mutlu zamanlar.

14 Ocak 2010 Perşembe

Travmatik ve yorgun, sessiz ve sıcak

Yatak, yastık, yorgan...

Bazen hiç çıkar yol bulamıyorum yaşadıklarımla ilgili. Öyle çaresiz zamanlar oluyor, ümitsiz, ümit etmeye bile mecalsiz. Öyle zamanlarda uyku ne kadar güzel bir kaçış diğ mi efenim diğ mi.

Aslında bugünkü ruh halim daha karmaşık...

Of onu bile düşünecek halim yok!

Mutluluk ne yapıyodur şimdi acaba? Bence o da uyuyodur, ben de onun yanına gideyim...

Kaşarlı Salata

İnsanların kibirleri ne kadar tehlikeli... Durduğu yerde kendi kendine saatli bomba gibi olabilen insanlar görüyorum. Bir de bu insanlar bir araya gelip, grup olup üredikleri zaman çok daha tehlikeli oluyorlar.

Kendi kibri kendinden taşan müşterilerim ve kafamı kaldıramadığım işlerim arasında, koşturmacalı, gürültülü bir ofis hayatı. Şimdi içine sigara kokusu sinmiş bir külüstür araba içinde, anlaması zor bir ağızla dinlemediğim bir şeyler anlatmaya çalışan radyo mırıltısı eşliğinde, tıngır mıngır dağ yollarında olaydım da, kapıyı açıp ineydim aşağıya... Şööyle bir dolu nefes çekince kır havasından... Ne güzel olur. Bana zor değil ama bu ya, ben yaparım bunu. Kır bulamazsam da deniz kıyısına gideyim hiç olmazsa. Egzostan farklı bir şeyler de solumalı...

Biten öğle tatili, 15 dakikalık yemek üzerine, kibirli müşterilerime dönüş...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Güzel bir gün, yorgun bir gece...

Ne kadar düşünüyor insan bazı şeylere karar vermeden önce. Halbuki o kadar kolay ki adım atmak. İstediğinde bazen, en olmayacak gibi gelen şeylere bile ulaşmanın ne kadar da kolay olduğunu farkedip, daha önce çabalamamış olduğuma üzülüyorum...

En dost tavsiyesi ile belki de en güzel kararımı verdim, hemen harekete geçtim. Alakasız metinlere yenilerini eklemece... Belki arada bir iki güzel kelamın belini kırarım, bu akşam saatlerce en dostumla yaptığım gibi...

Kelimeleri o kadar tutmuşum ki içimde, şimdi nasıl sırayla bıraksam diye düşünüyorum. Başlasam sabaha kadar sürecek ama o kadar da vaktim yok. Hımm, rastgele gitmeye kalksam bu sefer de metin baştan aşağı çelişkili ve alakasız olacak. Yok, ben burada ana başlıktan bahsederek işin özünü vereyim, çelişik kısımları ise ayrı bir başlıkta inceleyelim. Evet, en mantıklısı bu!

Empati. Benim hayatımın temeline oturttuğum ve bugüne kadar bana hep kazandırmış bir meziyetimdir. Meziyettir çünkü her kula nasip olmaz! Empati candır ve eğer doğru kullanabilirsen her şeyi açıklayandır özünde. Hiç kafan karışmaz, çünkü hep bir başka seçenek olduğunu görürsün kullandıkça, kısıtlanmazsın, genişlersin, büyürsün. Aşırı dozu, özünü yıpratır, seni amacından saptırabilir belki ama her şeyde olduğu gibi empatiyi de yeteri kadar kullanmayı bildiğinde iletişim kolaylaşır, kafa karışıklığı azalır. Beylik laflar etmeden bu konuya girerek başlamalıyım, bu kadar sevdiğim bi kavramla ilgili yeterince araştırma yapmamış olmam ne acı... İşte sevdiğim bir konu üzerinde akademik çalışma fırsatı, hiç bir işime yaramayacakken ( tipik öğrenci mantığında işe yararlık not ile ölçülür genelde, bir de entellektüel öğrencilik vardır ki, nadiren çıkar aradan bu öğrenmeye aç azınlık ), sonuç beklemeden, sadece sevdiğim ve ilgi duyduğum için bir konuya eğilmek.. Çok sempatik!

Fikir bu: saçmadan hareketle mantıklıyı bulmak. Sempatiden hareketle empatiyi araştırmak, uygulamak, denetlemek, farketmek... Aslında kişisel olarak bana tek yararı "yaşamak". Nedir yaşamak? Bence çabalamak oldu hep, gocunmadım da çabalamaktan. Mutluyum ben böyle. Öğrenmeye çabalamak güzel olacak. Hep para kazanmaya çabaladım, okul kazanalım diye aslında hayalimiz neydi ki? Dürüstçe güzel iş, bol para, güzel bir ev, araba, mobilyalar... Eşyaydı istediklerim, madde yani. Şimdi zaman geçtikçe maddenin ötesinde, tatmin edici şeyler istiyorum. Konuyu dağatıyor muyum acaba? Neyse sonuç olarak "Bugün bundan sonraki hayatının ilk günü" klişesini kendi hayatıma uyarlasam acaba yarın bir şeyler değişmiş olur mu?

Ne çok soruyla boğuşuyorum, cevaplarını da merak ediyorum ama bunu söylerken bile başka bir soru soracağımdan korkuyorum. Ama artık içime atamam, güzel oldu bu...